Salı, Mart 31
17
Pazartesi, Mart 30
15
Perşembe, Mart 19
14
Pazartesi, Mart 16
13
naber?
Perşembe, Mart 12
12
öncelikle dürüstçe belirteyim, deli olan yani "-" ben oluyorum; miskin olan yani "+" bacım büşra.
****
iki genç kız kardeş aynı evi paylaşmaktadırlar. biri cümlealemin ortak aldığı kararla deli damgasını çoktan yemiş, gururla taşımaktadır. diğeri ise, kardeş oldukları gerçeğine şüpheyle yaklaşmanıza sebep olacak şekilde miskindir. zamanında bir katakulli dönmüştür sanırım ama gençler henüz bunu kanıtlayamadıklarından hala kardeş kardeş geçinmektedirler.
bu kadar gereksiz bilgiye gerek de yoktu aslında.
deli olan (hmm gibi düşünceli pozlar içerisinde): -aklıma takılan bir iki husus var.
miskin olan (ciddi bir şey beklentisiyle): +nedir kuzum?
deli olan (gayet ciddi, vallahi): -yarın derse giderken pelerinimi giysem mi?
miskin olan daha tepki vermiyor bunlara.
----
ertesi akşam...
deli olan genç kızımız, evin başka bir bölümünden, diğerinin olduğu ve müzik çalmayan, dikkatinizi çekerim müzik çalmayan bölümüne kendince bir dansla girer. dansı diğerinin gözünün içine bakarak sürdürür. diğeri de aynı ciddiyetle onun gözünün içine bakmaktadır. birkaç saniye sonra ciddiyetlerinden ödün vermeksizin:
deli olan: -büşra, beni napıcaz ya?
miskin olan: +efendim?!
****
Genç kızlarımızdan deli olanı, banyoya diş fırçalamak için girmiştir. Diş fırçasını ıslattıktan sonra elinde fırçayla salona gelir ve:
-baksana ya, çok feci bi sorunum var. diş fırçamı ıslatırken, bi sonraki aşamada yanlışlıkla elim sıvı sabuna gidecek ve ondan sıkıcakmış gibi hissedip korkuyorum, ama hiç bu hataya düşmüyorum.
-monolog oldu bu.
(bu üstteki ikinci repliği de yine ben kuruyorum karşıdakinin nefesinin kesilmesi üzerine)
****
+bunları nereye yazıyorsun şimdi?
-bloguma
+şimdi buradan oraya gelip blogunu gün ışığına çıkarabilirim.
-sikerim ben de seni.
+hiçbir şey yapamazsın! (kendinden nasıl da emin)
-:O
****
+ne içiyon öyle sen sarı sarı? yeşil çay mı?
-şimdi münasip bi cevap verirdim ama midem yeterince bulanıyor zaten.
+sidik içiyorum mu dicektin? eheheh
-hiç desturun yok, hiç...
****
Unuttuklarım aklıma geldikçe ve yenileri cereyan ettikçe böyle diyaloglar okuyacaksınız. Ya da monologlar işte.
11
yaşam tarzlarımız nasıl bu kadar çeşitliyken birbirinin aynıymış gibi davranıyoruz?
Salı, Mart 10
10
şimdi birazcık spoiler vereceğim, müsaadenizle çocuklar...
1. film aşamalı gibi; önce bir adamın sıçma, sıvama ve üstüne mum dikme aşamalarını güzel bir şekilde izliyoruz. sonra aynı aşamaları kadından izliyoruz. o güzel sabah kahvaltısında april'in
"-thank you, i enjoyed it too."
derken ki bakışıyla, kadın adamın ağzına nasıl sıçar onu görüyoruz. kesinlikle finalde kendine ettikleriyle değil, bu bakışla sıçtı adamın ağzına. sonra bebeğini öldürdü, adamın ağzına bir daha sıçtı. sonra kendi öldü, bir daha. denecek bir şey yok, beklenen finaldi.
2. o finaldeki mr. givings'in kulaklığından bir adet reca edeceğim mümkünse. pls. tşk.
3. april'den birkaç inci var:
"-no one forgets the truth, they just get better at lying."
"-who made these rules anyway?"
"-i saw a whole other future, i can't stop seeing it."
4. ve son olarak, insan gibi dans edebilen bir adet kavalye edinmek, filmde hep beraber gittikleri vito's isimli mekana gitmek ve orada da çalınan dean martin'in sway isimli parçasıyla dans etmek istiyorum.
spoiler niteliği taşıyan cümlelerimi burada sonlandırırken, kate winslet'ın ciddi anlamda çok iyi bir oyuncu olduğunu söylemeden geçmek istemem. çok iyi.
Pazartesi, Mart 9
9
8
.eğer bir filmde brad pitt oynuyorsa, siz filme bayıldıysanız ve tek sebep brad pitt değilse, o film iyidir.
slumdog millionaire’i, diğer bir deyimle oskar fatihini bu akşam izleme şansım oldu. geç kalınmış bir izlemeydi bu, kabul. filmi ilk bitirdiğiniz anki duygular değişkendir, aslında sadece güzel diyeceğiniz her film ilk bittiğinde mükemmeldir.
uzatıyorum farkındayım. geldim sadede. allah için süper filmdi. bitti, süperdi dedim. final bi kere harikaydı, kimse hakkını yemesin. o dansı bekledim açıkçası, arada o veletten iki dakikalık görmek yetmemişti. müzikal havası katmış, filmin de havasını değiştirmiş. şimdi aldığı oskarlar üzerinden gitmek istiyorum birazcık. müzik demişken, en iyi müzik ve en iyi şarkı oskarlarını almış. evet sahnelere cuk oturan ritmler, melodiler vardı. en iyi ses miksajını almış. bundan bi bok anlamıyorum açıkçası. yorum yok. en iyi görüntü yönetimini almış, fotografi olayı yani. bazı yerlerde geçişler falan iyiydi, gözü de doyurdu film açıkçası. en iyi uyarlama senaryo olayına gelirsek, şimdi arkadaş, tamam uyarladınız elinize sağlık. tek bi açıklama isterim bu safhada, en iyi uyarlayana mı veriyorsunuz ödülü yoksa uyarlanmış senaryolar arasında en güzel mevzubahse sahip olana mı? eğer nasıl uyarlandığına bakılıyorsa, anlamadığım bir iş olduğundan çenemi kapatacağım. ama eğer, senaryonun güzelliğiyse mevzu, burada benjamin button’ın hakkı yenmiş. slumdog kötüydü demiyorum, ama ben çok yerde şöyle şöyle olacak şimdi dedim ve her dediğim çıktı neredeyse. tahmin edildikçe büyüsünü kaybeder film. iyi filmmiş ki, o kadar tahminime rağmen hala süper diyorum. ehe. detaylara dikkat eden bir seyirciyseniz, film zor bir film değildi. en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini de aldılar. yönetmene sesimi çıkarmıyorum ve tekrar afiyet olsun diyorum. defalarca da derim. yarasın hatta. yine çeksin böyle güzel filmler. en iyi film için de diyeceğim şudur: slumdog millionaire çirkini gösteriyordu, the curious case of benjamin button ise güzeli. eh birincisine bollywood dendi, ikincisi tam bir hollywood. birincisi kötü etkiledi, ikincisi duygusala sürükledi romantizmi vardı çünkü. hep bize vuranı daha çok yüceltiriz insanoğlu olarak. o yüzden çıktı tepelere slumdog millionaire. benjamin button da hak ettiği sanat değerini gösteren ödüller aldı zaten, en iyi sanat yönetimi , en iyi makyaj gibi. açıkçası, neden hep bu iki film karşılaştırılıyor denmesin, karşılaştırılması en doğru iki film belki de. eheh bir de şey vardır, sanat sanat için mi sanat toplum için mi mevzusu. benjamin button sanat için, slumdog millionaire ise izleyici için yapılmış filmler. ikisi de süper filmler. şimdi oskar ödül töreni hiç de şaşırtıcı gelmiyor. beklenen şeyler olmuş bitmiş zaten.
Pazar, Mart 8
7
Bir beyaz tişört, önü mavili kırmızılı yazılı.
Bir açık renkte kot. Ne dar ne bol.
Bir adet kırmızılı grili beyazlı spor ayakkabı.
Siyah, içi neredeyse boş bir çanta. Sadece cüzdan, anahtar, telefon, akbil.
Eller cepte önü açık salaş sıfatına uygun gezilecek siyah bir mont.
Karman çorman dağınık, fakat önceden iğrenç kıvırcıklığı giderilmiş saçlar.
No makyaj at all.
Bugün böyle çıktım sokağa. Yanımda benden daha süslüce kardeşimle. Yürüyoruz, kızlara bakıyorum. Kardeşime bakıyorum. Sonra devasa alışveriş merkezinin kapısındaki yansımama bakıyorum. ‘Vay anasını’ diyorum sonra. Ne fark. İnsanları 2 cinsiyette nasıl kategorize ettiniz lan diyorum. 2 cinsiyetse, ben neredeyim allasen? Çözemiyorum. Hani süslenip bi tarafa yaklaşmışlığım var tabii ki. Arada bir yapıyorum, kırmızı oje sağolsun. Sonra bıkıyorum, yansımalarda gördüğüm kırmızılı eller yabancı geliyor. Eve dönüp silmeyi bekleyemeden, otobüste yolmaya başlıyorum. Yoldukça daha iğrençleşiyorlar, bir an önce asetona kavuşayım istiyorum. Sonra bugünkü gibi dolaşıyorum. Ya işte yukarıdaki kombinasyon, ya da baştan aşağı simsiyah giyinmiş, ayakta siyah koca botlar, yine aynı dağınık saçlar. Ve onlarla tezat, hastalıklı-ölü arası beyaz surat ve onu süsleyen çeşitli kırmızılıklar. Okula gidiyorum mesela böyle. Dil sınıfı değil mi, 30 kişinin 25i kız. Bakıyorum, onlar öyle değiller. Vay diyorum yine. Benden yürürken hiçbir zaman tak tuk sesi çıkmıyor. Seslere takılır oluyorum. Benim yüzümde benden başka kimsenin sürdüğümü anlamadığı dudak nemlendiricisi var sadece. Onlar sabah uykularının bölündüğünden şikayetçi, ama o şişmiş, davul olmuş gözlere makyajı yapmaya vakit bulmuşlar. Ne çirkinler. Bari uyu da öyle sür. Şişikler makyajla kapanmıyor, maalesef. Henüz çözememişler. Daha beter oluyorlar aksine.
Niye yazdım bunu? Çünkü yürürken avmye doğru, bi yanımdaki bacıma bakıyordum, bi öbür taraftan yürüyen kıza, bi de yansımadaki kendime. Üzülmedim lan. Mutlu oldum aksine. Götü kalkmış artisin demeyin. Valla mutlu oldum.
Cumartesi, Mart 7
alıntı
6
Gece uykumun regl sancısıyla bölünmesi, kadınlığımdan nefret ettiriyor. En kötüsü bu, uykundan uyandıracak kadar ağrı. Ah Havva, o elmanın hesabını kim verecek ha? Töbe yarabbim.
Erkenden uyandım, film uğruna. Sinema kulübümüz iyi ki var diyorum. İstanbul Modern’e de teşekkür ediyorum, 1 günlük festivalleri için.
Übermenşlik yolundaki ilk adımımı da böylece açıklayabilirim: Tek başına tanımadığın insanların içine karışmak. Sosyalleşmek.
Aksilik çıkmazsa, haftaya Pazar da bir adet sözlük zirvesine iştirak edeceğim. Übermenşliğime bir çizik daha atacağım.
Abartıyor gibi görünmek istemem. Yani übermenş falan. O işin şakası. Seviyorum o kelimeyi. Bi de, bu aktiviteler bana fazla şeyler, o yüzden öyle diyorum.
Sabah 9dan, akşam 6ya kadar sadece yarım paket çubuk kraker yedim. Açlık da fena şeymiş. Aç ve açıkta kalmak olaylarını yaşamış oldum yakın zamanlarda. Allah kimselere vermesin diyorum tekrar.
Vapur ve film sefası yapılmış bir günün özetiydi. her şey olağan, güzel.
Cuma, Mart 6
5
Yiiiiiiihaaaaaa!
Öhöm. Bahar geldi de. Ondan şey ettim. Kuşlar söyledi, apartmanın bahçesine girdiğimde koro halinde söylediler hem de. Sabah zaten canım botlarımdan vazgeçip spor ayakkabı ve hırkayla çıkarak baharı davet etmiştim buralara. Sonra otobüs okula vardığında şakır şakır yağmur yağıyordu, çok bozuldum ama çaktırmadım. Üşümüyormuş numarası yaptım. 3 saat sonra binadan çıktığımda sıcacık hava +güneş + boğaz esintisi beni bekliyordu. Selam çaktım, hemen Kadıköy’e doğru giden ilk araca yöneldim. Kaptım Aşk’ı oradan da (aşk: elif şafak’ın yeni romanı). Bi de marketten magnumumu aldıktan sonra, hayat bana güzeldi evet.
Perşembe, Mart 5
4
Naber?
Yorum kısmı olmayan bloga neden naber diye yazıyosam. Neyse nasıl olduğunuz benim için önemli. Umarım iyisinizdir.
Bunu söylemek için açtım. Başka diyecek bişeyim yok. Übermenş yolunda ölmek var dönmek yok adlı son yaşamsal procemden sonra söz edeceğim.
Ha, Elif’in kitap çıktı. Okuyunca onu da yazıcam.
Salı, Mart 3
3
Minimalizmin semalarında gezinen bu şablona baktıkça içim aydınlanıyor, fekat aynı zamanda da boşluktan boşluğa düşüyorum. Beyaz rengin gariplikleri işte. Saysam bitmez. Bi düşünün bak, nasıl zıt kutupların rengi olduğunu. Saymama gerek yok zaten hepsi sizin aklınıza gelir.
Bugün metrobüs açıldı ya, binmesem de sevinçle doldum anlatamam. Bir bayram havası, bir bayram havası sormayın gitsin. Pelin arkadaşımın coşkuyla durağına koşuşu, hatta sekişini ömrü billah unutamam. İstanbul ne hallere koydun bizi bak gör. Fakat tabii ki de, aşıkıyız. O ayrı. Sürekli acı çektiren, ama bir türlü kopulamayan sevgili mübarek. Sevgili ya.
Allah kimseleri açıkta, soğukta bırakmasın! Amin! Çekmeden anlamıyor insan.
1 aya kadar dibimde gezdireceğim ufak çaplı bir fotoğraf makinası geçiyor elime. Ondan sonra görün siz, burası panayır yerine döner. yuhaha.
Yüzümün Asya kıtasının kırmızılı turunculu fiziki haritasına dönmesi dışında bir sorunum yok gibi. İlk defa aldığım kararları bir Pazartesi uygulamaya başladım ve Salı günü sürdürdüm. Çok ilginç ama umut verici bir gelişme. Sebze ve meyve yiyerek, metresim 2.5 litrelik kolayı hayatımdan çıkararak başladım işe. Çıkaramadığım şey, kocam olan Türk kahvesi. Bugün ona da alternatif buldum, eve ilk defa Türk kahvesinden başka bir kahve soktum. Filtre kahve makinasıyla beraber geldi eve. Şimdi içiyorum. Götüm gibi afedersin. Töbe töbe. Yani nimet sonuçta sövmek de istemiyorum ama Türk kahvesini kim ürettiyse cennete gitsin direk. Geçiş yaptırsınlar, sırat köprüsünden metrobüsle geçsin inşallllaahhh!
Mp3ümdeki şarkı çemberini de bugün daraltıyorum. Tek klasörle idare edebildiğimi fark ettim bu sabah. Bi süre tek klasör kalsın bakalım. Doyalım şöyle.
La, la, la, la, la , la, la lie..