AKILLI İNSANLARLA KONUŞMAYI SEVERİM. BENDEN AKILLI İNSANLARLA KONUŞMAYI DAHA ÇOK SEVERİM.



Salı, Mart 31

17

bakınız reva mı bu lütfen! hava o kadar güzel ki, yani o kadar olur. çok güzel. istanbul gibi bir memlekette özgürce takılabilmekteyim. bahar gelmiş, millet cıvıl cıvıl zaten ortalık şen şakrak. havada aşk kokusu var gibi gibi, benim de burnuma tütseydi fena olmazdı aslında. yalnız gezmeyi sürtmeyi çok severim hele istanbul'da ama, yani çok gezdim tamamdır. neyse. 

öyle bir zamanda geldin ki bahar, tam vizelere 1 ödevlere 0,5 kala. ve ben, gene vapur diye kuduruyorum şimdi evde. kudurmakla kalmayacağım, bineceğim. çayımı içeceğim, uykusuzumu okuyacağım ve perşembe günü sefamı süreceğim gene. olacak tüm bunlar, sürtük hareketim engellenemez.

bir de şiir yazayım ben buraya tam olsun. yalnızlık canıma tak etti, çok dertliyim hep ondan.

şimdi saat 19:10 ya, tam akşamüstü denir bu saate. ahanda şiirin adı "akşamın üstü"...

--

akşamın üstü

genç idik, umularla yalnızdık;
anlamamanun gücü koşuşlarımızda
ve konularımızda bir sürü yanlışlık
yalnız yalnızlık.

Özdemir Asaf.

Pazartesi, Mart 30

16

hayat bunda.

15

açmışım arayı.
bir hafta okul ekmenin dayanılmaz hafifliği ve peşisıra gelen 10 gün bol uykudan sonra ertesi sabah erken kalkma zorunluluğunun dayanılmaz çilesini aynı anda yaşıyorum. bu uzun cümleyi doğru kurduysam eğer o okuldan hemen bana diploma vermeliler bunu da belirtmek isterim.
koca kışı burnum akmadan geçirdiğime şaşırmıştım, zira düzgün beslenmiyordum. bahar geldi, ahanda hasta oldum. sinüzit ve nezle, hapşırmalar falan beraber geldi. ama olsun, çok ağır olmadıkça hasta olmayı ve hapşırmayı severim sorun yok. hırkayla gezebildiğim hatta vapura binebildiğim bir hava hakim istanbul'da. nefis. 
ödev yapmayıp bu dönem de bütlere oynamayı seçmişim farkında olmadan. şimdilerde göt tutuşması olayını yaşayıp vizelerden nasıl yüksek not alırım da kalmadan bitiririm şu dönemi diye düşünüyorum. zihin açıklığı ve çalışma azmi diliyorum ilgili mercilerden.
bu kadar.

.milk 
.the wrestler
.mamma mia
.güneşi gördüm
.i'm not there
.ensemble c'est tout
.her şey çok güzel olacak

not: etiketleri alfabetik olarak sıralıyormuş bu meret. yoksa yazdığım sıra bambaşka.

Perşembe, Mart 19

14

allahsızın biri var, hiç insafı yok. adı umut, umut sarıkaya. allahsız yüzünden az önce son nefesimi veriyordum. koskoca dergi, abi iki karede bütün dergidekileri sollamış adam. okuyanlar için bu haftaki sayfasında en altta sağdaki iki kare. gülmekten ağlamaya başladım, sonra uzandığım yerde karın kaslarıma bişiler olduğunu hissettim. baktım kötüye gidiyor. adam gibi doğruldum oturdum. yemin ediyorum abartmıyorum, sonra ayağa kalkmak zorunda kaldım çünkü karnım acımaya başlamıştı. nefesim falan gitti. allah akıl fikir versin.
duman'ın 1 numerolu albümü dinledim bitirdim. olmamış. bi tek helal olsun isimli şarkıda azıcık oynadım. 2'yi de dinleyecem ama valla peşpeşe olmadı. 20 tane kaan. olmadı. gitmedi. ilk albümü de açıp bi daha dinlemem.
hava gene yağmaya başladı dicem ama, dün camları açık evde askılıyla dolaşıyordum. bugün kar yağdı. korkuyorum baya artık. yani illaha atasözlerimiz gerçek olacak. mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır'mış ya. şimdi ayıp olmasın azıcık kar yağacak hacı. olmaz günlük güneşlik mart. ben coğrafyası iyi insan idim lise sonda. zehir gibiydim hatta. sözelcileri sollardım. 21 mart'ı bekliyorum şimdilerde. hehe. nil'in şarkısı da çılgınmış baya.

edithpiaf(hepbunuyapmakistemiştim): duman'ın albümleri bitirdim. 2 daha beter. sonradan dinleyip sevmek için uğraşır mıyım bilmiyorum ama 1'deki helal olsun şarkısı dışında beni eğlendiren hiçbir şey olmadı. hepsi aynı gibi, eskileri daha çok özletiyorlar.

Pazartesi, Mart 16

13


naber?
ben gene geldim. blogumu gene görücüye açtım, yeterli zamanı geçirdim gayet de iyi oldu. şimdiye kadar okuyan o 3 kişiye de tensyuveriyor diyorum kendilerini biliyorlar haliyle.
übermenşlik adımının birincisini sinema kulübüyle attıydım. ikincisi dün geldi, zirveye gittim. açıkçası tedirgin gittim, ama keyifli ayrıldım. yani şöyle oldu, yaslıııı gittim şen geldim! -bunu melodiyi hissederek duyun lütfen-. keşke gelse dediğim ama gelemeyen çok adam var ama olsun. 
çok şey var, gene kaytarıyorum, yine kaytarıyorum.
dün üsküdar-beşiktaş ufak vapurunda-nedir onun tam adı bilmem normal büyük gemi değil ama küçük tekne de değil turyolunkiler gibi olan- açıkta üstte, en köşe kısımda götüm donarak saçlarım birbirine girerek bi taraftan diğerine geçerken hiç yapmadığım kadar delicesine şükrettim. iyi ki şehr-i şehir'deydim.
gitmeye niyetim yok. olamayacak da.
fotoğraf feysbuk hayvanım bay yuuciin. tanışasınız diye.

Perşembe, Mart 12

12

öncelikle dürüstçe belirteyim, deli olan yani "-" ben oluyorum; miskin olan yani "+" bacım büşra.

****

iki genç kız kardeş aynı evi paylaşmaktadırlar. biri cümlealemin ortak aldığı kararla deli damgasını çoktan yemiş, gururla taşımaktadır. diğeri ise, kardeş oldukları gerçeğine şüpheyle yaklaşmanıza sebep olacak şekilde miskindir. zamanında bir katakulli dönmüştür sanırım ama gençler henüz bunu kanıtlayamadıklarından hala kardeş kardeş geçinmektedirler.

bu kadar gereksiz bilgiye gerek de yoktu aslında.

deli olan (hmm gibi düşünceli pozlar içerisinde): -aklıma takılan bir iki husus var.
miskin olan (ciddi bir şey beklentisiyle): +nedir kuzum?
deli olan (gayet ciddi, vallahi): -yarın derse giderken pelerinimi giysem mi?

miskin olan daha tepki vermiyor bunlara.

----

ertesi akşam...

deli olan genç kızımız, evin başka bir bölümünden, diğerinin olduğu ve müzik çalmayan, dikkatinizi çekerim müzik çalmayan bölümüne kendince bir dansla girer. dansı diğerinin gözünün içine bakarak sürdürür. diğeri de aynı ciddiyetle onun gözünün içine bakmaktadır. birkaç saniye sonra ciddiyetlerinden ödün vermeksizin:

deli olan: -büşra, beni napıcaz ya?
miskin olan: +efendim?!

 

****

Genç kızlarımızdan deli olanı, banyoya diş fırçalamak için girmiştir. Diş fırçasını ıslattıktan sonra elinde fırçayla salona gelir ve:

-baksana ya, çok feci bi sorunum var. diş fırçamı ıslatırken, bi sonraki aşamada yanlışlıkla elim sıvı sabuna gidecek ve ondan sıkıcakmış gibi hissedip korkuyorum, ama hiç bu hataya düşmüyorum.

-monolog oldu bu.

(bu üstteki ikinci repliği de yine ben kuruyorum karşıdakinin nefesinin kesilmesi üzerine)

****

+bunları nereye yazıyorsun şimdi?

-bloguma

+şimdi buradan oraya gelip blogunu gün ışığına çıkarabilirim.

-sikerim ben de seni.

+hiçbir şey yapamazsın! (kendinden nasıl da emin)

-:O

****

+ne içiyon öyle sen sarı sarı? yeşil çay mı?

-şimdi münasip bi cevap verirdim ama midem yeterince bulanıyor zaten.

+sidik içiyorum mu dicektin? eheheh

-hiç desturun yok, hiç...

****

Unuttuklarım aklıma geldikçe ve yenileri cereyan ettikçe böyle diyaloglar okuyacaksınız. Ya da monologlar işte.

11


yaşam tarzlarımız nasıl bu kadar çeşitliyken birbirinin aynıymış gibi davranıyoruz? 
iki gündür konuşup anlatasım var, ama anlatmak için insan beğenemiyor gibiyim. yani bi derdim falan olduğundan değil. derdi olup da "anlatamıyorum kimse anlamıyor" cümlesini kuracak adam değilim ben zorla anlatırım, öyle de bi anlarsınız ki siz şaşarsınız. neyse mevzu o değil. ben şimdi, havadan sudan, yapmak istediklerimden ve istemediklerimden, bana ne lan diyeceğiniz ufak tefek dişin kovuğunu doldurmayacak endişelerimden bahsedebilirim ve sizin bunlara getireceğiniz yorumları merak edebilirim. izlediğim filmleri ve okuduğum kitapları önce size getirip, sonra karşılıklı kritiğini yapabilirim. tüm bunları yapabilirim, yapmak isteyebilirim. istiyorum da. tek gereken, yabancı. vallahi. beni tanıyan çekemez bunları çünkü.

son zamanlarda çok fazla tek başıma vakit geçirdim. kalabalıklarla da oldum ama, kafam tek başına olunca çenem de kapanır oldu. gevezeyimdir baya, çok susunca, havadan sudan konuşma ihtiyacı baş gösterdi. ama dediğim gibi, yabancı. beni bilenin kaldıracağı bi gevezelik olmayacaktır. yabancı + geveze. beni bastıracak kadar geveze.

hadi bakalım.

Salı, Mart 10

10

önce ekşi'ye gitti, sonra fokur'a. blogum ben öksüüz ben yetiim diye ağlamasın.


.revolutionary road.

filmde oskarlık tek bir şey varmış, 
michael shannon. zaten o da aday olmuş. ha alamamıştır, orasını bilemem. ben bilmem akademi bilir hatta.
şimdi birazcık spoiler vereceğim, müsaadenizle çocuklar...

1. film aşamalı gibi; önce bir adamın sıçma, sıvama ve üstüne mum dikme aşamalarını güzel bir şekilde izliyoruz. sonra aynı aşamaları kadından izliyoruz. o güzel sabah kahvaltısında april'in 

"-thank you, i enjoyed it too." 

derken ki bakışıyla, kadın adamın ağzına nasıl sıçar onu görüyoruz. kesinlikle finalde kendine ettikleriyle değil, bu bakışla sıçtı adamın ağzına. sonra bebeğini öldürdü, adamın ağzına bir daha sıçtı. sonra kendi öldü, bir daha. denecek bir şey yok, beklenen finaldi.

2. o finaldeki mr. givings'in kulaklığından bir adet reca edeceğim mümkünse. pls. tşk.

3. april'den birkaç inci var:

"-no one forgets the truth, they just get better at lying."
"-who made these rules anyway?"
"-i saw a whole other future, i can't stop seeing it."

4. ve son olarak, insan gibi dans edebilen bir adet kavalye edinmek, filmde hep beraber gittikleri vito's isimli mekana gitmek ve orada da çalınan 
dean martin'in sway isimli parçasıyla dans etmek istiyorum.

spoiler niteliği taşıyan cümlelerimi burada sonlandırırken, 
kate winslet'ın ciddi anlamda çok iyi bir oyuncu olduğunu söylemeden geçmek istemem. çok iyi.

Pazartesi, Mart 9

9

egomun iplerini saldım.
ehe. sözlükler ne garip. sedat bey'in eline sağlık, belki de hayatımın kararmasına sebep olacak internet bağımlılığımdaki en büyük paya sahip oldu cehenneme gidecek ama yine de kızamıyorum. neyse. mevzu o değildi. sözlükler garip evet. aşağıya da iliştiriverdiğim yazıyı hak verirsiniz ki sadece buraya yazıp harcamadım. başka yerlere de iliştiriverdim. birinde yüceltmişler sağolsun, diğerinde ise kimsenin umrunda olmamış gibi. yani iyi-kötü hiçbir tepki yok. şaşıyorum böyle olunca. ya sözlük yazarlığı ve okurluğu yapan insan kitlesindeki son dönemde vuku bulan değişiklikler sebebiyle böyle uzun entryler iplenmiyor, ya da hassiktir lan sinema da neymiş diye düşünen ve çoğunluğu oluşturan bir güruh var. neyse, iplememeleri koyduğu için değil, cidden merakımı cezbettiği için yazıyorum. mesela öyle siktiriboktan entrylerime oy geliyor ki, ben de şaşıyorum. şarkı sözünü sanki ben yazdım a.k., oy veriyorlar. ulan tool'un şarkı sözlerini ben yazabilsem zaten sizle işim ne? giderim kendime beylerbeyi'nden yalı falan alırım, ssg'ye kendime özel sözlük açtırırım oraya yazarım. 3-5 tane de adam tutarım fırat gibi sıç bok desem bile oy verirler başucu eseri kaynar ortalık. ehehahe. abarttım. ama ilk cümlemle uyardıydım, bu yazı böyle keyiflik. neyse, sanırım sözleri bulduklarına seviniyorlar. insan işte anlamak zor. 

dahası, ben bu işi çok sevdim. film işini yani. şimdi çok boşa vakit harcadığım su götürmez bir gerçek. bu boş vakitleri nasıl faydalı hale getiririm dedim. düşündüm. kitap okumak ve film seyretmek dışında evde yapabileceğim faydalı aktivite yok. bu faydalı aktivite bana birikim de kazandırsın dedim. tamam, ikisi de birikim kazandırır şüphesiz. e geleceğe yönelik olsun dedim. orada işte yollar ayrıldı, benim rota filme döndü. kitap okuyorum ama, şu çok merak ettiğim ve insanların dilinden düşüremediği Bukowski'yi elime aldıktan sonra, sanırım okuduğum sayfa sayısı elimin parmaklarını geçmedi. neyse, Bukowski ve benzerleri hakkında atıp tutabilmek için önce tamamen okuyup net bi fikir edineceğim. sonra değinirim onlara. filmler, sinema. izleye izleye bi hal olduğum günler oldu, salonu terk etmeden 3 filmi artarda izledim aç bilaç gezdim falan. tüm bunların sonunda Allah'tan tek bişi istediğime karar verdim. şimdi biz okuyoruz büyük adam olucaz ya güya, benim öyle simultane çeviri de falan valla gözüm yok. olursa amenna, ama gözüm yüksekte değil cidden. nolur, yalvarırım, film çevirmeni olayım. altyazılarla, dublajlarla boğuşayım. gerekirse ömrüm geçsin onlarla razıyım. yeter ki şu güzelim filmleri izlemek hem zevk hem para getirsin. hatta işi ilerletip ütopik bir hayal olan senaristliğe kadar uzanayım, hadi o olmadı dergilere falan film eleştirisi yazayım. nolur lan. çok istiyorum. 

şimdi revolutionary road'u izleyecem. çevirisini hocam yaptı. kaltak karı ne para götürdü kim bilir, hem de romanı çevirdi. çok kıskanıyorum. hasetimden çatlayacağım adeta. ahdajhdkjashdf.

--

ha bi de, okul okuyoruz ya. üniversitede sınıf içinde lise seviyesinde insanların olması garip bi durum değildir. fakat o insanların sınıfın ortasında bu yönlerini ele verecek olan tartışmalara katılmaları ve "ay hiç çalışmadım napıcam bilmiyorum" geyiğiyle kirli çamaşırlarının ortaya dökülmelerini izlemek her okulda yaşanmıyordur heralde. ehaheah.

8

kenar mahalle itine övgüler
-
oskar ödül törenini sabahın körüne kadar hop oturup hop kalkarak izlemiştim. filmleri izleme fırsatım olmamıştı, elime geçmemişlerdi henüz. sadece malum o dönemde vizyonda olan the curious case of benjamin button’ı izlemiştim. bayılmıştım haliyle. brad pitt vardı ve tek sebep o değildi. o yüzden filmin iyi olduğunu düşünüyordum.

.eğer bir filmde brad pitt oynuyorsa, siz filme bayıldıysanız ve tek sebep brad pitt değilse, o film iyidir.

slumdog millionaire’i, diğer bir deyimle oskar fatihini bu akşam izleme şansım oldu. geç kalınmış bir izlemeydi bu, kabul. filmi ilk bitirdiğiniz anki duygular değişkendir, aslında sadece güzel diyeceğiniz her film ilk bittiğinde mükemmeldir.
uzatıyorum farkındayım. geldim sadede. allah için süper filmdi. bitti, süperdi dedim. final bi kere harikaydı, kimse hakkını yemesin. o dansı bekledim açıkçası, arada o veletten iki dakikalık görmek yetmemişti. müzikal havası katmış, filmin de havasını değiştirmiş. şimdi aldığı oskarlar üzerinden gitmek istiyorum birazcık. müzik demişken, en iyi müzik ve en iyi şarkı oskarlarını almış. evet sahnelere cuk oturan ritmler, melodiler vardı. en iyi ses miksajını almış. bundan bi bok anlamıyorum açıkçası. yorum yok. en iyi görüntü yönetimini almış, fotografi olayı yani. bazı yerlerde geçişler falan iyiydi, gözü de doyurdu film açıkçası. en iyi uyarlama senaryo olayına gelirsek, şimdi arkadaş, tamam uyarladınız elinize sağlık. tek bi açıklama isterim bu safhada, en iyi uyarlayana mı veriyorsunuz ödülü yoksa uyarlanmış senaryolar arasında en güzel mevzubahse sahip olana mı? eğer nasıl uyarlandığına bakılıyorsa, anlamadığım bir iş olduğundan çenemi kapatacağım. ama eğer, senaryonun güzelliğiyse mevzu, burada benjamin button’ın hakkı yenmiş. slumdog kötüydü demiyorum, ama ben çok yerde şöyle şöyle olacak şimdi dedim ve her dediğim çıktı neredeyse. tahmin edildikçe büyüsünü kaybeder film. iyi filmmiş ki, o kadar tahminime rağmen hala süper diyorum. ehe. detaylara dikkat eden bir seyirciyseniz, film zor bir film değildi. en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini de aldılar. yönetmene sesimi çıkarmıyorum ve tekrar afiyet olsun diyorum. defalarca da derim. yarasın hatta. yine çeksin böyle güzel filmler. en iyi film için de diyeceğim şudur: slumdog millionaire çirkini gösteriyordu, the curious case of benjamin button ise güzeli. eh birincisine bollywood dendi, ikincisi tam bir hollywood. birincisi kötü etkiledi, ikincisi duygusala sürükledi romantizmi vardı çünkü. hep bize vuranı daha çok yüceltiriz insanoğlu olarak. o yüzden çıktı tepelere slumdog millionaire. benjamin button da hak ettiği sanat değerini gösteren ödüller aldı zaten, en iyi sanat yönetimi , en iyi makyaj gibi. açıkçası, neden hep bu iki film karşılaştırılıyor denmesin, karşılaştırılması en doğru iki film belki de. eheh bir de şey vardır, sanat sanat için mi sanat toplum için mi mevzusu. benjamin button sanat için, slumdog millionaire ise izleyici için yapılmış filmler. ikisi de süper filmler. şimdi oskar ödül töreni hiç de şaşırtıcı gelmiyor. beklenen şeyler olmuş bitmiş zaten.

Pazar, Mart 8

7

Bir beyaz tişört, önü mavili kırmızılı yazılı.

Bir açık renkte kot. Ne dar ne bol.

Bir adet kırmızılı grili beyazlı spor ayakkabı.

Siyah, içi neredeyse boş bir çanta. Sadece cüzdan, anahtar, telefon, akbil.

Eller cepte önü açık salaş sıfatına uygun gezilecek siyah bir mont.

Karman çorman dağınık, fakat önceden iğrenç kıvırcıklığı giderilmiş saçlar.

No makyaj at all.

 

Bugün böyle çıktım sokağa. Yanımda benden daha süslüce kardeşimle. Yürüyoruz, kızlara bakıyorum. Kardeşime bakıyorum. Sonra devasa alışveriş merkezinin kapısındaki yansımama bakıyorum. ‘Vay anasını’ diyorum sonra. Ne fark. İnsanları 2 cinsiyette nasıl kategorize ettiniz lan diyorum. 2 cinsiyetse, ben neredeyim allasen? Çözemiyorum. Hani süslenip bi tarafa yaklaşmışlığım var tabii ki. Arada bir yapıyorum, kırmızı oje sağolsun. Sonra bıkıyorum, yansımalarda gördüğüm kırmızılı eller yabancı geliyor. Eve dönüp silmeyi bekleyemeden, otobüste yolmaya başlıyorum. Yoldukça daha iğrençleşiyorlar, bir an önce asetona kavuşayım istiyorum. Sonra bugünkü gibi dolaşıyorum. Ya işte yukarıdaki kombinasyon, ya  da baştan aşağı simsiyah giyinmiş, ayakta siyah koca botlar, yine aynı dağınık saçlar. Ve onlarla tezat, hastalıklı-ölü arası beyaz surat ve onu süsleyen çeşitli kırmızılıklar. Okula gidiyorum mesela böyle. Dil sınıfı değil mi, 30 kişinin 25i kız. Bakıyorum, onlar öyle değiller. Vay diyorum yine. Benden yürürken hiçbir zaman tak tuk sesi çıkmıyor. Seslere takılır oluyorum. Benim yüzümde benden başka kimsenin sürdüğümü anlamadığı dudak nemlendiricisi var sadece. Onlar sabah uykularının bölündüğünden şikayetçi, ama o şişmiş, davul olmuş gözlere makyajı yapmaya vakit bulmuşlar. Ne çirkinler. Bari uyu da öyle sür. Şişikler makyajla kapanmıyor, maalesef. Henüz çözememişler. Daha beter oluyorlar aksine.

Niye yazdım bunu? Çünkü yürürken avmye doğru, bi yanımdaki bacıma bakıyordum, bi öbür taraftan yürüyen kıza, bi de yansımadaki kendime. Üzülmedim lan. Mutlu oldum aksine. Götü kalkmış artisin demeyin. Valla mutlu oldum.

Cumartesi, Mart 7

alıntı

''dün gece ansızın kapı çalındı. 'kim bu münasebetsiz acaba?' dedim kendi kendime... gittim açtım, gelen bendim, evet bendim. 'vaay' dedim, 'arkadaş bir insan bu kadar mı kimsesiz olur, bu kadar mı yalnız olur?' ''

umut sarıkaya.

6

Gece uykumun regl sancısıyla bölünmesi, kadınlığımdan nefret ettiriyor. En kötüsü bu, uykundan uyandıracak kadar ağrı. Ah Havva, o elmanın hesabını kim verecek ha? Töbe yarabbim.

Erkenden uyandım, film uğruna. Sinema kulübümüz iyi ki var diyorum. İstanbul Modern’e de teşekkür ediyorum, 1 günlük festivalleri için.

Übermenşlik yolundaki ilk adımımı da böylece açıklayabilirim: Tek başına tanımadığın insanların içine karışmak. Sosyalleşmek.

Aksilik çıkmazsa, haftaya Pazar da bir adet sözlük zirvesine iştirak edeceğim. Übermenşliğime bir çizik daha atacağım.

Abartıyor gibi görünmek istemem. Yani übermenş falan.  O işin şakası. Seviyorum o kelimeyi. Bi de, bu aktiviteler bana fazla şeyler, o yüzden öyle diyorum.

Sabah 9dan, akşam 6ya kadar sadece yarım paket çubuk kraker yedim. Açlık da fena şeymiş. Aç ve açıkta kalmak olaylarını yaşamış oldum yakın zamanlarda. Allah kimselere vermesin diyorum tekrar.

Vapur ve film sefası yapılmış bir günün özetiydi. her şey olağan, güzel.

Cuma, Mart 6

5

Yiiiiiiihaaaaaa!

Öhöm. Bahar geldi de. Ondan şey ettim. Kuşlar söyledi, apartmanın bahçesine girdiğimde koro halinde söylediler hem de. Sabah zaten canım botlarımdan vazgeçip spor ayakkabı ve hırkayla çıkarak baharı davet etmiştim buralara. Sonra otobüs okula vardığında şakır şakır yağmur yağıyordu, çok bozuldum ama çaktırmadım. Üşümüyormuş numarası yaptım. 3 saat sonra binadan çıktığımda sıcacık hava +güneş + boğaz esintisi beni bekliyordu. Selam çaktım, hemen Kadıköy’e doğru giden ilk araca yöneldim. Kaptım Aşk’ı oradan da (aşk: elif şafak’ın yeni romanı). Bi de marketten magnumumu aldıktan sonra, hayat bana güzeldi evet.

Perşembe, Mart 5

4

Naber?

Yorum kısmı olmayan bloga neden naber diye yazıyosam. Neyse nasıl olduğunuz benim için önemli. Umarım iyisinizdir.

Bunu söylemek için açtım. Başka diyecek bişeyim yok. Übermenş yolunda ölmek var dönmek yok adlı son yaşamsal procemden sonra söz edeceğim.

Ha, Elif’in kitap çıktı. Okuyunca onu da yazıcam.

Salı, Mart 3

3

Minimalizmin semalarında gezinen bu şablona baktıkça içim aydınlanıyor, fekat aynı zamanda da boşluktan boşluğa düşüyorum. Beyaz rengin gariplikleri işte. Saysam bitmez. Bi düşünün bak, nasıl zıt kutupların rengi olduğunu. Saymama gerek yok zaten hepsi sizin aklınıza gelir.

Bugün metrobüs açıldı ya, binmesem de sevinçle doldum anlatamam. Bir bayram havası, bir bayram havası sormayın gitsin. Pelin arkadaşımın coşkuyla durağına koşuşu, hatta sekişini ömrü billah unutamam. İstanbul ne hallere koydun bizi bak gör. Fakat tabii ki de, aşıkıyız. O ayrı. Sürekli acı çektiren, ama bir türlü kopulamayan sevgili mübarek. Sevgili ya.

Allah kimseleri açıkta, soğukta bırakmasın! Amin! Çekmeden anlamıyor insan.

1 aya kadar dibimde gezdireceğim ufak çaplı bir fotoğraf makinası geçiyor elime. Ondan sonra görün siz, burası panayır yerine döner. yuhaha.

Yüzümün Asya kıtasının kırmızılı turunculu fiziki haritasına dönmesi dışında bir sorunum yok gibi. İlk defa aldığım kararları bir Pazartesi uygulamaya başladım ve Salı günü sürdürdüm. Çok ilginç ama umut verici bir gelişme. Sebze ve meyve yiyerek, metresim 2.5 litrelik kolayı hayatımdan çıkararak başladım işe. Çıkaramadığım şey, kocam olan Türk kahvesi. Bugün ona da alternatif buldum, eve ilk defa Türk kahvesinden başka bir kahve soktum. Filtre kahve makinasıyla beraber geldi eve. Şimdi içiyorum. Götüm gibi afedersin. Töbe töbe. Yani nimet sonuçta sövmek de istemiyorum ama Türk kahvesini kim ürettiyse cennete gitsin direk. Geçiş yaptırsınlar, sırat köprüsünden metrobüsle geçsin inşallllaahhh!

Mp3ümdeki şarkı çemberini de bugün daraltıyorum. Tek klasörle idare edebildiğimi fark ettim bu sabah. Bi süre tek klasör kalsın bakalım. Doyalım şöyle.

La, la, la, la, la , la, la lie..

Pazartesi, Mart 2

2

karnıbahar + brokoliyi haşlayın. sonra havuç rendeleyin, salçalık kırmızı biberleri doğrayın ince ince. hepsini karıştırın. içine ufak ufak kesilmiş salatalık turşusu ve mısır da katın. dereotu + maydanoz falan da olabilir. sonra limonlu yağlı sirkeli falan salata sosu hazırlayıp bunlarla harmanlayın. şu sıralar yediğim en leziz şey. salata!

---

sobalı ev daha iyi gibi. kombi bozulmaz hem. şimdi kıçım donuyor affedersiniz, ondan sobayı öveceğim. ömrümün ilk yıllarında sobalı evdeydik. aşırı sıcağı sevmem o yüzden sobayı da sevmezdim ama şimdi mumla arıyorum. eyüp bi de kestane atarsın falan dedi iyice istedim. zaten açım şu an. sabah 9.30da kahvaltı ettim, sonra 2 saatlik yolculuk falan. kombi bozuldu sinirim oynadı. sonra üşüdüm. bi de açım. ölür müyüm bilmiyorum ama usta ben ölmeden gelirse iyi eder. ustaya da kıl oldum şimdiden. bi de para alır benden. harçlığımı yeni almıştım halbuki nasıl koyuyor anlatamam. şu an tek düşündüğüm bu diyebilirim. yani üşümüşüm açmışım bilmem ne değil. o usta dürzüsü napacak tek tek izleyecem zaten kararlıyım.

---

dilci olmak bi boka yaramamak demekmiş ailenin gözünde. bunu daha iyi anladım. işe yaradığım ve köşeyi döndüğüm günler gelirse eğer, hiçbirini tanımayacam buraya yazıyorum. 

---

bi şarkı vardı iki gündür aklıma takılıyor, o gül dudaklarını şubuo şubuo şubuo diye.