birden geliverdi.
--
londra'da insanlar nasıl yaşıyor şu an bunu merak edip onlar için üzülüyorum. eğer hava orada hep böyleyse ben günün birinde ingiltere'ye de gideyim isteğimden şu an vazgeçeceğim sanırım. zira kaliforniya sahilini tercih ederim herhalde.
bir kere de yanılayım da şu izmit'e koşa koşa gelmelerim aynı hevesle devam etsin. yok arkadaş olmuyor. geldiğimin ertesi günü sıkılıyorum, ama sıkıldığımı 3 gün sonra etrafıma söylüyorum ki ayıp olmasın. insanlardan sıkıldığımdan da değil. bambaşka bir şey yakamda duruyor sanki. sonra vay efendim beyza'nın bağrı niye hep açık...
--
nasıl hevesle açtım sayfayı, şimdi yine bakıyorum ekrana. böyle gülmekten gözümden yaş geldi bi an arkadaşlarıma karşı müthiş bi sevgiyle dolmuştum çünkü seda'nın feysbuk mesajı üzerine. istanbul'u sel almış ben yokken herhalde. ben başında olmayınca istanbul'un da başına kötü şeyler geliyor. esin ve natalia gibi arkadaşlarım ise ömründe domuz görmediği halde nasıl domuz gribi olacağını merak edenlerden olmuşlar. onlara da hak veriyorum ama bu pürelle dezenfekte olmamız gerekliliğini yok etmiyor maalesef. yani evet ölesim gelebilir ama türk medyasına malzeme olarak değil. o yüzden azıcık hijyen.
--
bu kadar sıkılmış, bu kadar çok işim varken, üstüne üstlük blog, sözlük, feysbuk, youtube'da oyalanarak hala ve hala kaytarırken beni en çok güldüren şey şu oldu;
bahariye starbaks'taki çalışma masası üzerine:
"korkarım orda çamç bile yazarım." (hemşire, ekim 2009, beykozda mahsur kalınmış süper manzaralı ve sınırsız kahveli ve bebekli mekan)
--
ben eskiden bu kadar çok kaytarmazdım. ya da kaytarıyordum da, kaytarır vaziyetteyken bile idare edilebilecek kadar işim vardı. şimdi sınıftaki birtakım insanın neden sinemaya gitmek yerine çarşamba günlerini ders çalışabilmek adına boşaltmak için kıçlarını yırttıklarını daha iyi anlıyorum. ama hala hak vermiyorum. gidin ve bir iki film izleyin.
bazen yapardım ama bu postu özellikle scooterlar diye etiketleyeceğim.